8 Aralık 2015 Salı
AS-Adrenalin
A man
D erman
RE smen
N afileyim
Lİ monlu
N aneli çaya bile fitim
D ın
R imi Rimi şarkıyla
E şleşirken
N abzımda
A kortsuz
Lİ mi Limi
N amahremi bozar ruhumda
Ver drenalin Müziği kanıma
Uçayım bari deli dolu rüyalarda
Ayten Suvak
19 Mayıs 2015 Salı
Masal Payı
Sinmiş
Kıyısına çaresizliğin
Bakarım dalgalanan aşklara
Neler bilirim neler bilmem
Ölüden yeniden dirilemeyen
Kandırılmışların Anka Kuşu masalına
Bir avuç kül de ben savururum
Ayten Suvak
22 Ocak 2015 Perşembe
AS-Ben Deniz
Ben Deniz…
Yıl 1989. "Ben ve Ailem" merkezli çemberi ilk kırışım. Fakülteden
arkadaşlarla yaz tatilinde Bodrum'a tur düzenliyoruz. Herkesin "Bodrum
Bodrum" diye tutturduğu yılların başları ama biz "uslu çocuk" larız; merkeze
yakın bir körfezde bir pansiyona doluşuyoruz; odalar haremlik-selamlık. Ev
havası taşıyan bir yer; belli ki yabancıların da hoşuna gidiyor. Yan odada
İngilizce mi, Almanca mı, bir türlü karar veremediğimiz bir dille konuşan
çiftin Hollandalı olduğunu öğreniyoruz yemekte. Bir de Romanyalı çift var.
Göçmen pansiyoncunun memleketlisi oluyorlarmış ve Marinella öyle seviyormuş
ki kocasını, evlilik yüzüğünü bir takmış, takış o takış, bir daha hiç çıkarmamış.
Biz fakülteli kızlar, imrenerek izliyoruz bu aşıkları, ama, hayret, Marinella'nın
parmakları bomboş o akşam.
“ Üzülme, yosunların içine düşmüştür, hem sonra sen fazla açılmıyorsun ki,
oralardadır…”
Bilmece gibi konuşmaların sırrı az sonra çözülüyor. Yurt dışına ilk çıkışlarıymış;
seyahat iyi gelmiş, Marinella'ya; bıngıl bıngıllaşan vücuduna Ege suları ve Bodrum
geceleri yaramış:
“ İnceliyorum bak Victorescu!”
diye sevinirken, bir sabah denizden çıktığında:
“ Marinella, Marinella, buldum canım!”
Dostluk kurduğumuz pansiyoncu hanım böyle tercüme ediyor bize Victorescu'nun
heyecanını. Sportmen genç adam dalmış ağaç gibi yosunların arasına, didik didik
arayıp bulmuş evlilik yüzüğünü; Ege'nin namlı balığı "çipura" lardan birinin karnına
girip, yemekte önlerine çıkma gibi o romantik masala boşverip!
Bu yakından tanık olduğumuz aşklarla biz sevda meraklısı kızlar eriyip gidiyoruz.
Hollandalı çift evli değilmiş, birlikte yaşıyorlarmış. Aa, bir hayret ediyoruz o zamanlar. Arkadaşlardan biri "ailem beni öldürür" diyor. Yabancılar, "öldürme" lafından "hunhar Türkler" sonucuna atlayıvermesinler diye, lafı değiştiriveriyoruz. Dikkatimizi çekiyor, Lena'nın elinde incecik bir "pembe" kitap var; ama benim aklımda "kırmızı" olarak yer
ediyor o; ya kapağındaki kırmızı elbiseli kız yüzünden, ya da adından dolayı:
"Red Hues of Passion"- Tutkunun Kırmızı Hareleri
Evet, benim ilk pembe dizi kitabım İngilizce, Lena'nın hediyesi. Yeni Zelanda'ya göç
eden Hollandalı bir kızın aşk öyküsü. Beni bir sarıyor kitap, "arayan bulurmuş mevlasını da..." ya, ben de bizim fakülteli gençler arasında hayallerimi somutlaştıracak bir tip
aranmaya başlıyorum. Daha önceden pek dikkatimi çekmeyen, aslen Bodrumlu,
bir arkadaş, Yeni Zelanda'nın yemyeşil çayırlarında koyun besliyor oluyor, deri ticareti için,
kendi ailesi Bodrum'da deri işleri yapıyor ya. Yangınıma körükle giden kırmızı kitap elimden düşmüyor, bir gözüm onda, bir gözüm sevgilimde mekik dokurken. Kız arkadaşlarım şapşallaştığımın farkındalar; beni bir deşiyorlar; itiraf edemediğim duygular damla damla iniveriyor o an yanaklarımdan…
“Kızım deli misin sen, ondan başkasını bulamadın mı? Her ay üç hafta depresyona
girer o, bilmiyor musun?”
Bilmiyorum.
"Aşk içinde yarattığımız insanın o insan olmadığını, onda var saydığımız
değerlerin birine bile sahip olmadığını anlamamız niye bu kadar uzun
sürüyor, diye soruyorum ona…"
diyen İnci Aral, "Ölü Erkek Kuşlar" ı daha yazmamış; ben de duygularımı
ileri geri tartabilecek olgunlukta değilim daha. O zamanki aşk tarifim "gönderilmemiş mektuplar"; aşkı aşk adına yaşamak yerine, ille de evlilikle noktalanması gereken
toplumsal bir görev olarak görmemiz keyfiyeti bir de. Böylece ne ben yaklaşabiliyorum
aşka, ne de benim Bodrumlu. Hafifçe eğri, kaslı bacaklarının, güçlü sırtının, kısık boynunun, uçsuz bucaksız çayırların gizemini yansıtan yeşil hareli gözlerinin içimde "Red Hues of
Passion" ı kışkırtması bir hafta kadar sürüyor; sonra "evli evine, köylü köyüne.."
Benim yaşanmamış aşkım da aşağıdaki şiirle yıllar sonra ölümsüzleşiyor…
Ben Deniz Güven Zweig
Bir delikanlıyı hatırlıyorum o şehirden
Denizi mi göğü mü yanıbaşıma getiren
Gözleriydi
Her türlü özlemden alıkoyardı beni
Geceleri çalışırdı gündüzleri benimdi
Uykuları haram ederken
Sarılırdı boynuma günah gibi
Meğer haramdaymış gözleri
Mavi mavi ışıldarken
Bir kadına
Marinella bekle
Deyiverdi
Oysa benim çeyizimdi sözleri
İçindeki pırlantalar eserimdi
O zamanlar bilemedi değerini
Ama şimdi diyorlar ki
Hediye edesiymiş bana o şehri
Ölürüm de dönmem dediğim
Acaba vazgeçeyim mi
Yardan ya da ölmekten
Silmeden haritamdan
Ol Şehr-i Aşkım'ı
Balık kokulu ellerimle
Değiştirirken kaderimi
Bodrumlu balıkçının karısı Fishy
Ben değilim iyi ki
Zaten uydurma bir aşktı
Adım gibi tıpkı
Yani Ben Deniz Güven Zweig
İkinci soyadım da Şvayk
Hatırladınız değil mi
Aslan askerli bir şey hani…
"Benim Adım Kırmızı" demek geliyor içimden ama, ödüllü yazarımız Orhan
Pamuk'a ayıp olur şimdi...
Ayten Suvak
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)